17 Ekim 2010 Pazar

BENİM YÜZÜMDEN...

Kendi yüzünü nasıl anlatmalı insan? Nerede görmeli ki yüzünü de önce kendi anlamalı? Aynayı alıp karşısına oturup incelemeli mi nerede ne var diye? Sonuçta olup olacağı iki göz-iki kaş, bir burun-bir ağız, sağlı-sollu yanaklar, bir de alın, haa bir de iki kulak...

Ya da şöyle en fiyakalısından bir fotoğrafa bakmalı, güzel de poz verdiyse eğer hoşuna bile gider anlatmak, ne de olsa kendi yüzüne başkasının gözünden bakmak daha kolay olmalı...

Hem insan kendi gözünün içine bakabilir mi o kadar korkmadan?

Belki de yaşadıklarını hatırlamalı, öylece ezberden okumalı, işte böyle:

Benim yüzüm bilindik bir tarif; 2 damla göz yaşının, 4 kaşık tebessümle çırpıldığı...

Sağ gözüm tanıdık bir adres; “Hayat” mahallesi “Gençlik” apartmanını geçince soldaki ilk kırışıklığın hemen yanında.

Sol gözümse bir sokak, çıkmazında çocukluğumun seksek oynadığı...

Kirpiklerim bir ters bir düz, bir saç örgüsü, bir haraşo, arapsaçı yaşantımda...

Kaşımın biri çoğu zaman havada, sanki “Sayın Yargıç”’ a itirazı olan bir avukat,

Diğeri hiç uymaz ötekine, onunki sessiz-sakin bir tabiat...

Çok düşük bir çenem var; biraz fazla meraklı,

İki tane de kulağım var, dikenli sözlere tıkalı

Üst dudağımda sustuklarım oturur, içimi acıtanlara söyleyemediklerim,

Alt dudağımdan sarkar en çok sevdiklerimi inciten bağırdıklarım...

İkisinin birleştiği yerden doğar yağmur sonrası gönül almaya açan güneşten gülümsediklerim...

Burnum evet biraz irice, uzanır bir köprü gibi yazgımın bilinmezliğine

İçinde anılarımın kokusu tüter, sızım sızım özlemlerim yaslanır kemerli direğine...

Benim yüzüm bir fotoğraf yaşadıklarımın çektiği,

Ya da öylesine bir resim yarısı şimdiden kanvasa baskı,

Yarısı henüz eskiz, anların çizdiği

Belki de yüzüm bir ayna...

Önünde sadece ben varım,

Annemle babam bakar ardından,

Kızımla oğlum bekler sırrında...


6 Şubat 2009, İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder