17 Ekim 2010 Pazar

KEREVİZ ve ŞİİR

“Ben çok bayılmam şiire” derdim. Bayılmazdım. Üstelik gençliğimde şiir sevdasıyla dalga geçen gruptandım, hani bir yandan gitar çalınır, öbür taraftan şiirler okunur, ne bileyim fazla ağdalı gelirdi bana, ya da fazla duygusal...Belki fazla kırılgan olduğumu hatırlatırdı, sevmezdim kırılgan oluşumla yüzleşmeyi, güçlü olmayı severdim. Ben gençken. Çocukken kerevizi sevmemek gibi birşey bu. Büyüyünce bayılırsın. Ama önce tadarsın, keşfedersin, “Allah allah, mis gibi zerzevatmış, neyini beğenmemişim ki?” dersin ekmeğini banarken. Benim şiiri keşfedişim de böyle oldu, önce tadına baktım. Sonra kazana düştüm. Ama hepsinden önce düşündüm, şiir nedir diye...

Yolda yürürken yüzümde gülümsemeyle-nedir, nedir nedir-, biramı yudumlayıp iki lafın belini kırarken kaçamak fikirlerle, sinemada filmin en önemli sahnesini ıskalamak pahasına aklıma sızan olasılıklarla, pazar tembelliğiyle bir o koltukta bir öbüründe uyuklarken, “şiir budur, yoo o değildir” diye diye bir de baktım elimde eski kokulu kitaplar...

Demek ki şiir öncelikle, senelerdir kapakları açılmamış şiir kitaplarını bulup çıkartma heyecanıdır görünmez oldukları yerden. Yıllar sonra, güzel bir ezgi eşliğinde yeniden birşeyler karalamaya başlamak hevesidir şiir. Mariza’ nın sesidir, bilmediğin bir dilde söylenen senin olmayan hüzünlerle yüklü şarkılara dolan gözlerindir. Şiir şimdidir, bu andır.

Yürürken görüp dokunduğun köpeğin ıslak burnudur, içine çekmesen de arada bir tellendirdiğin sigaradır dostlarınla konuşurken. Sıradanlığın içinde açan bir ayrıkotudur. Beklenmediktir, terkedilmek gibi... Ya da tanıdıktır kavuşmak, dönmek gibi...

Geçmiştir şiir. Çocukluğunun okul dönüşleridir annenin biber dolmasının daha apartmanın kapısında seni karşılayan kokusunda tüten, ve gelecektir, otuzbeş yaşında hala duymaktır aynı kokuyu, üzerinde beyaz yakalı hep bir düğmesi kopuk mavi önlüğünle.

Tezattır, şehirhatları vapurunda elindeki simidin hepsini martılara yediren sert bakışlı adamdır ilk bakışta tırstığın. Benzerdir, ergenliğinde asice düşünmüş de olsan asla ona benzemeyeceğini, annenin bakışını yakalamaktır aynada kendi gözlerinde ve mutlu olmaktır bundan.

Şiir bir armağandır sana, telefonun öbür ucunda ya da çaldığın kapının arkasında seni karşılayan o çok yaşlı babana hala sarılabilmek gibi. Bazense cezadır, hala sevdiğince çoktan unutulmuş olmak kadar ağır.

Farkında olmaktır, yerine koymaktır kendini başkalarının. Dinlemektir cümleler dolusu yorulmadan ve konuşmaktır tek kelimeyle... Anlamaktır başkalarını ama en çok da kendini, çözmektir duygularını ve kırk düğüm atmaktır bazen bir daha hiç açılmasınlar diye...

Sendir, bendir ve hepimizdir şiir, belki de ötekidir, başkasıdır, yine de biraraya gelebilmektir bir tek hecesinde hiç tanışmadığımız bir şairin.

Gece gece, devrik cümlelerle, hevesle, çok önemli birşey yaparcasına ciddiyetle anlatma telaşıdır şiirin ne olduğunu acemi bir kalemce: hem kekeme hem geveze...

Sanırım en çok da büyümektir, kırılganlığınla barışacak, gücünün duygularında saklı olduğunu öğrenecek kadar.

Eğer sen öyle bakarsan herşey şiirdir ve şiir herşeydir hayatta, yok bakmazsan eğer... hiçbirşey de değildir...


18 Ocak 2009, İstanbul

1 yorum: